Ah, çocukluğumun ve ilk gençliğimin güzel ve uzun günleri! Ah ah, o yaz ramazanları! Anadolu kasabalarında yaz oruçları çocuklar için susuzluktan ve açlıktan çok kokulara karşı sabır sınavıdır. Kayısı ve şeftali kokuları bir yandan, kavun ve karpuz kokuları bir yandan buram buram tüter. Kızarmış domateslerle kütür kütür salatalıkları sakın masum sanmayın. Salkım salkım iri taneli üzümleri ve közde pişmiş mısırı, buz gibi ayranı, keçi sütünden yapılmış dövme dondurmayı, geniz yakan gazozu unutmuş değilim.
Yaz, sebze ve meyve kokularının tüm canlıları kasıp kavurduğu mevsimin adıdır. Anadolu’’nun bozkırları tahıl kokar, toprak kokar, ayçiçeği kokar. Güneşin ısısından daha çok yaz nimetlerinin kokusu kavurur oruçluların içini.
Çocukluğumun geçtiği 35 bin nüfuslu ilçede bahçe içinde ahşap kâgirden tek katlı yaşlı bir evimiz vardı. 1900’lerin başlarında yapılmış evimizin çiçekli bahçesi gözümün önünde. Kayrak taşlarıyla örülü bahçe yolumuzun sağ yanında envai çeşit çiçek olurdu. Sol taraf yüz metrekareden biraz büyük bir havuzdu. İçi mümbit toprakla doldurulmuş bir havuz. Domates, biber, patlıcan, yer elması, maydanoz, kişniş, soğan, sarımsak ve turp ektiğimiz havuz, havuzluktan çıkmış, şirin evimizin serası olmuştu. Yeşil yeşil bakan, türüm türüm kokan, sebze bahçesine dönüştürülmüş bir havuz.
Çiçek benim için öncelikle gül demekti. Katmer katmer yediveren güller içinde, kokusu en yoğun olanı pembe güllerdi. Gerçek gül kokusu pembe olanlarla kırmızı Isparta’dadır. Diğer renkte olanlar meyvemsi, (kayısı, elma, kiraz, vanilyayla karışık) menekşe veya karanfil ağırlıklı kokar. Gülün, baharat, ballı tatlı, narenciye kokanı bile vardır.
Gül kokusu sabahın serinliğinde inanılmaz keskin ve yoğundur. Saatlerce güneşin sıcak tavasında pişen gül çiçekleri ve açmaya hazır iri goncalar ikindi sonrası kendilerinden geçer, kokuları da ağırlaşır.
Yetmişli yılların başları. Pembe güllere adeta burnumu sokup kokusunu derin derin içime çekmeden evden çıkmazdım. Gül çiçeğinden gelen kokular aklımı başımdan alırdı. Bir gün yine pembe güllerin arasındaydım. Koklamak istediğim irice bir tomurcuk, yeşil çanak yapraklardan kopuverdi. Avucuma aldım, yarısına kadar su doldurduğum bir çay bardağına koydum. Öyle güzel bir koku yayıyordu ki, birkaç kez kokladım. Sonra içimde gülü çiğneye çiğneye hem kokusunu hem tadını alma isteği uyandı. Oruçlu olduğumu hatırlayınca vazgeçtim. Fakat aklıma bir fikir geldi; orucumu gül goncasıyla açacaktım. Öyle yaptım. İftarı pembe gül goncasının yumuşak taç yapraklarıyla açtım. Aman Allah’ım, öyle bir aroma, öyle bir lezzet olur muymuş? Biraz çok çiğneyince acılaştı. Ama gül goncasıyla açtığım yaz orucunu hiç unutmadım. Her ramazan ayında gülün kokusunu ve lezzetini hissederim.
Daha sonraki günlerde iftar soframızda gül suyu da yer aldı. Annem, güller solup düşmeden taç yapraklarını toplamaya başladı. Onları yıkadıktan sonra bir şişeye doldurdu. Üzerine su ilave edip şişenin ağzını tülbentle sardı. Şişeler, pancurlu pencerelerimizin dövme demirlerine boy boy sıralandı. İki veya üç gün geçince şişelerdeki su pembeye dönüştü. Şişeler bir tencereye süzüldü, az limonlu bir şerbetle karıştırıldı. İftar öncesi hazırlanan gül suyu, ramazanın sonuna kadar soframızdan eksik olmadı.
Gül reçeli tutkum da çocukluğumdan kalmadır. Gül yapraklı, gül kokulu reçele dayanamam. Gül yaprağı diriliğini kaybedip erimişse o reçele ellemem. Güllü lokumları ilk kez Ankara’ya geldiğim yıl Hacıbekir’de tattım. Sonra Uzungil, Safranbolu ve Afyon’un güllü lokumlarını keşfettim.
Ramazanlar bana gül kokulu evimizi, elleri gül, saçları gül suyu kokan annemi, sıcak aile yuvamızı, pembe gülün nazik ve sıcak kokusunu, gül goncasıyla orucunu açan kara saçlı, kara benizli, kokulara sevdalı, gelecekten büyük umutları olan yeni yetme bir erkek çocuğunu hatırlatır.
Bitkilerin çiçekleri çoğunlukla güzel kokular yayar. Bunu çocuk yaşlarımda öğrendim. Çiçekli bitkilerdeki kokulu maddelerin kolayca buharlaşabilen kimyasal bileşikler olduğunu ise büyüyünce öğrenecektim.
Bitkiler kokularını çoğunlukla polen taşıyan canlıları kendilerine çekmek amacıyla salgılarmış. İlk amaç üremekmiş. Bitkiler ayrıca hastalıklardan korunmak ve kendilerine zarar veren canlıları uzaklaştırmak amacıyla da koku yayabilirmiş. Bir çiçeğin kokusu farklı kimyasal bileşiklerden kaynaklanabilirmiş. Bazı gül türlerinde 100 farklı koku veren kimyasal bileşikler bulunuyormuş.
Gül, insanlık tarihi boyunca büyüleyici bir çiçek olarak kabul edilmiş ve her kültürde özel bir yere sahip olmuş. Gülün en çekici özelliği, muhteşem kokusu. Gül kokusu, tarih boyunca insanları etkilemiş, ilham vermiş ve tedavi edici bir güç olarak kabul edilmiş.
Eski Mısır’da gül yağı, güzellik ritüellerinde ve mumyalama süreçlerinde kullanılmış. Aynı zamanda Roma İmparatorluğu’nda gül yaprakları, yatak süslemesinden ziyafet sofralarının dekorasyonuna kadar birçok farklı amaç için değerlendirilmiş.
Orta Doğu ve Hint kültürlerinde gül kokusu, zenginlik, aşk ve duygusal iyilik hali ile ilişkilendirilmiş. Hint geleneklerinde, gül yaprakları ve gül suyu, evlilik törenlerinin ve dini ayinlerin bir parçası olmuş. Bizde de mevlütlerde cemaate gül suyu ikram edilir.
Doğu edebiyatında gül ve bülbül aşkın sembolü olarak kullanılmış. Benim güllü şiirler içinde en sevdiğim; Yahya Kemal Beyatlı’nın “Rindlerin Ölümü”dür. İlk mısrası; “Hafız’ın kabri olan bahçede bir gül varmış”, diye başlayan şiir “Her seher bir gül açar; her gece bir bülbül öter.” diye biter. Oscar Wild’ın “Mutlu Prens ve Diğer Hikâyeler” kitabında yer alan “Bülbül ile Gül” öyküsünü okuyup da ağlamayan yoktur.
Yıllar içinde en beğendiğim koku portakal çiçeği oldu. Portakal çiçeği kokusunun bende oluşturduğu duyguyu tarif edemem. Onu tahtından indirecek bir başka kokuyla tanışmadım. Ama çocukluğumun ve ramazanlarımın has kokusu güldür. Gül benim mübarek çiçeğimdir. Gül kokulu oruçlar sizlerle olsun.