“Kulağımıza soktukları umudu / Söküp alıyorlar yüreğimizden.” (William Shakespeare / Macbeth)
İlk izlediğim altın filmi ‘Mackenna’s Gold’tu. Yıl 1971 olabilir. Rahmetli ağabeyim götürmüştü. Henüz çocuktum. Birçok sahnesi belleğime kazınmış. Mackenna’s Gold, bir vadide efsanevi, tonlarca altının peşinde, zorlu, kanlı ve heyecanlı bir yolculuğun hikayesiydi. Filmde bir dönemin yıldız oyuncuları vardı: Gregory Peck, Ömer Şerif, Telly Savalas gibi.
Geçen hafta yine altınlı bir film izledim. Anthony Hayes’in yönetmenliğini yaptığı, Zac Efron’un başrolde olduğu, 2022 yapımı filmin adı ‘Gold’tu. İnsanın hayata tutunma direnişinin, para hırsının ve kötülüğün en çarpıcı örneğinin sunulduğu bir filmdi. Çölün dehşetini ve insanın alçaklığını iliklerinize kadar hissettirecek bir film…
Altının yol arkadaşı ölümdür
Onlarca ‘altınlı’ film izledim. Bu filmlerden çıkardığım sonuç:
-Altın paylaşılmaz.
-Altın tek kişiliktir.
-Altın ortaklığa izin vermeyen ara bozucudur.
-Altın umutla yaşatır.
-Altın ölümle el ele yürür.
-Altın ölümlerin en fenasını tattırır.
Kur’an-ı Kerim’de, “insanların yığın yığın biriktirilmiş altına ve gümüşe karşı tutkulu bir şehvet duyduğu” belirtilir. Ayrıca “kadınlar, oğullar, güzel soylu atlar, hayvanlar ve ekinler gibi altının da insanlara ‘süslü ve çekici’ kılındığı” vurgulanır. Kur’an, bunları, “Dünya hayatının metaı” olarak tanımlar. (Meta; insanın elde edip yararlanmak istediği her türlü maddî değer ve ihtiyaç maddesi demektir.)
Film değil gerçeğin ta kendisi
Erzincan’ın İliç ilçesinde bir facia yaşandı. Bir kurgu değildi. Gerçekti. Görüntüleri film gibi izledik. Zehir tepesi yıkıldı. Dokuz can, zehir yüklü tonlarca toprağın altında kaldı. 10 milyon metreküplük atık vadiye aktı. Bazıları bu faciayı Çernobil’e benzetti. Henüz tehlikenin boyutları hakkında sağlıklı bilgiye sahip değiliz.
Fırat’ın kenarında kaybolan kuzudan Ömer sorumlu değil mi? Çevre için eylem yapan, pankart açan, slogan atan muhafazakar sivil toplum kuruluşu duydunuz mu? Bir avuç çevreci dışında doğa katliamlarına karşı çıkan var mı? Bu ülkede kurda kuşa, çiçeğe böceğe, ağaca toprağa selam veren kaldı mı? Tabiat, en son ne vakit sohbetinizin konusu oldu?
Meğer felakete dikkat çekenler olmuş
Türkiye Mimar ve Mühendis Odaları Birliği (TMMOB) facia sonrasında bir açıklama yaptı. O açıklamanın bir bölümü şöyle: “Her dilekçemizde, her açıklamamızda liç sahasında yaşanabilecek kayma defaatle vurgulanmış olmasına karşın; ne Bakanlık ne yerel idare ne de mahkemece uyarılarımız dikkate alınmamış, göz ardı edilmiş, bugün yaşanan felakete yol açılmıştır. 2021 yılında ‘Çöpler Kompleks Madeni’nde kapasite artışı ve ek tesisler yapılmasına yönelik projeye verilen ‘ÇED olumlu’ kararının iptali istemiyle açtığımız davada; projenin çevre üzerinde yarattığı ve yaratacağı tahribat ifade edilmiş; siyanürlü altın madenciliği yönteminin barındırdığı riskler itibariyle vazgeçilmesi gereken bir yöntem olduğu, bölgenin depremsellik ve heyelan açısından tehlikeleri de ayrıntıları ile vurgulanmıştır. Tüm bunlara karşın üstelik yargılama sürerken tam da dilekçelerimizde belirtilen riskler gerçekleşmiş ve 2022 yılında siyanürlü solüsyon taşıyan borularda yırtılma neticesinde siyanürlü solüsyon ‘Sızdırmazlık alanı dışına taşarak’ çevresel tahribata neden olmuş olmasına rağmen, mahkemece bilirkişi heyetine ve raporuna sunulan itirazlarımız, hukuka aykırılık iddialarımız karşılanmadan, yalnızca ÇED raporundan alıntılarla davanın reddine karar verilmiştir.”
Çevre duyarlığı gerekçesiyle bazı projelere karşı çıkanlar “marjinal” veya “bozguncular” olarak yaftalanmadı mı? “Bölge halkı dışarıdan gelenlerce yönlendirilmektedir” denilerek, tepkiler göz ardı edilmedi mi? Çevre gönüllülerine bugüne kadar hiç kulak verildiğini duydunuz mu?
“Gariptir, nezaket bile kayboldu.”
İsmet Özel, 10 Ağustos 2003’te, Milliyet gazetesinden rahmetli Ahmet Tulgar’a verdiği uzun röportajda, entelektüel öngörüsüyle şu iddiada bulunmuş:
“İslami kesim, AKP’nin iktidara gelmesiyle birlikte yozlaştı, kelimenin tam anlamıyla yozlaştı. Artık, İslami kesimde bütün öncelik fakirler için de, zenginler için de çıkar hesabında. Gariptir, nezaket bile kayboldu.”
İsmet Özel’in, diğer kesimleri muaf tuttuğu anlaşılmasın. İsmet Özel eleştirdiği kesimin, toplumun kalanından farklı olacağı ümidinin yok oluşuna hayıflanmış. Yok aslında birbirimizden farkımız. Çıkar hesabı olmayan, nezaketini koruyan kaç kişi kaldı ki?
Dert etmediğimiz dertler
Dert etmediğimiz dertlerin bir gün bizi de öldürebileceğini hiç aklınıza getirdiniz mi? Konuşmadığımız, dert etmediğimiz, öğrenmeye yanaşmadığımız ne çok şey canımızı yakıyor, başımızı ağrıtıyor, hayatımızı karartıyor.
-Türkiye’nin yolsuzluk algı indeksi 180 ülke arasında 101. sıraya düşmüş.
-Dünya Adalet Projesinin (WJP) 2023 Hukukun Üstünlüğü Endeksine göre Türkiye 142 ülke arasında 117. sıradaymış.
-Türkiye, OECD’de gelir dağılımı eşitsizliğinin en yüksek olduğu 3. ülkeymiş.
-Türkiye işgücüne katılma oranında OECD üyeleri arasında sondan üçüncü sıraya konuşlanmış.
-PISA Türkiye’nin okuma becerisi ortalaması 2018 yılına göre 10 puan düşmüş.
Bunları kim dert ediyor? Yerel seçim telaşından başını kaldırıp bakan var mı? “İstanbul’da Murat Kurum mu, Ekrem İmamoğlu mu, Ankara’da Turgut Altınok mu, Mansur Yavaş mı başkan olur?” tartışmasından daha önemli konu olur mu?
Ekosistemin köküne siyanür dökmek
Siyanür toprağa, topraktan suya, sudan akarsuya, akarsudan Fırat boyunca bütün Anadolu’ya, oradan toprağa, ağaca, bitkiye, çiçeğe, yeme, hayvana, süte, peynire, yağa, arıya, bala, kuşa… Rüzgâra, buluta, yağmura kara… Ekosistem daha vahşi nasıl tahrip edilebilir? Yaşanan felaketlerden ders çıkarmak gerekmez mi?
Akif Beki, aynı konudaki köşe yazısının bir paragrafında şöyle yazmış:
“Önden uyarır, protesto ederseniz felâket tellallığı… Sonra tepki gösterirseniz kargaşa çıkarmak… Baştan ya da sonradan konuşmaya kalkarsanız da fitne, aldatma ve yanıltıcı haberlerle halkı kışkırtıcı manipülasyon…”
Seçim sonrası zam fırtınası bekleniyormuş. Ramazan Bayramı’na kadar fiyatlar uçacak, maaşlar kuşa dönecekmiş. Bayram ikramiyelerindeki artış oranı yüzde 50 olacakmış. Bu konular mı önceliğimiz, doğa katliamı mı? Biz boşa kürek çekerken meğer altın tastan bal şerbeti içenler varmış.
Uyaklı facia: İliç, liç
Şimdi bir çevre felaketiyle karşı karşıyayız. Bir gram altın için bir ton toprak elendiğini, eleme için siyanür kullanıldığını 1990’larda, Bergama’daki eylemler sırasında öğrenmiştim. Elenen siyanürlü toprağa “liç” deniyormuş. Bunu yeni duydum.
Talihsizliğe veya tesadüfe bakar mısınız; İliç ve liç tam kafiye (uyak) olmuş. İliç’te milyonlarca metreküplük liç dağları oluşmuş. Sonunda olan oldu, liç dağları heyelan olup aktı. Gözümüzün önünde bir dağ göçtü.
Hafızam beni yanıltmıyorsa, 1990’lı yıllarda Küre Bakır İşletmeleri atık barajı patlamış, Gökırmak (Kızılırmak’ın en büyük kolu) kızıla dönmüş, balıklar, kurbağalar telef olmuş, geniş bir alanda çevre tahribatı yaşanmıştı. Gökırmak aylarca kızıl akmış, bu dehşetli haber maalesef dönemin gazetelerinde kendine yer bulamamıştı. Şimdi en azından muhalif olarak bilinen medya iktidara vurmak amacıyla da olsa çevre felaketlerine yer veriyor. Sosyal medya olay yerinden görseller paylaşıyor. Duyarlı kesimlerin sayısı giderek artıyor.
18 Kasım 2021’de Giresun’un Şebinkarahisar ilçesi Yedikardeş köyü yakınlarındaki kurşun-çinko-bakır madeninin atık havuzunun patlaması sonrası kimyasal atıklar Kelkit Vadisi’ne akmış, dereye karışmıştı. Unutuldu gitti.
Mevlâyı çağıracak derviş çıkar mı?
Yunus Emre, bu dönemde yaşasaydı, şu şiiri yazar mıydı:
“Dağlar ile taşlar ile / Çağırayım mevlâm seni /
Seherlerde kuşlar ile / Çağırayım mevlâm seni.”
Dağlar tıraşlanıyor, kuşlar terk-i diyar ediyor. Bu ortamda delik deşik ettiğimiz dağlar ile yuvasını bozduğumuz kuşlar ile mevlâyı çağıracak bir derviş çıkar mı?
Ayten Alpman’dan gelsin:
“Havasına suyuna, taşına toprağına /
Bin can feda, bir tek dostuma /
Her köşesi cennetim, ezilir yanar içim /
Bir başkadır benim memleketim. /
Lay, lay, lay, lay lay, lay, lay, la.”
Not: Afşin-Elbistan’ı hatırlayanınız var mı? Yine aylardan şubattı. Türkiye’nin en büyük kömür havzasında 6 Şubat 2011 tarihinde meydana gelen göçükte bir işçi yaşamını yitirmiş, 10 Şubat 2011 tarihindeki ikinci göçükte ise 10 kişi toprak altında kalmıştı. Toprak altındaki ikisi mühendis 9 kişiye hiç ulaşılamadı. 13 yıl olmuş.