Rahmetli babam “annenle biz 27 Mayıs 1960 darbesinden bir iki hafta sonra evlendik” diye anlatırdı. Annem, Eflani merkeze yakın Çalışlar Mahallesi’nden Eflani’nin Osmanlar Köyü Türbelioğlu Mahallesi’ne gelin gelmişti. Gelin olduğunda 18 yaşındaydı. Aynı anda, Allah uzun ömür versin hayatta olan halam da nur içinde yatsın rahmetli dayım ile evlenmiş, o da Çalışlar Mahallesi’ne gelin olarak gitmişti. Dayımlar İstanbul’a yerleşmiş, babam ise Karabük Demir Çelik Fabrikaları’nda çalışmaya başlamıştı.
Evliliklerinin ilk yıllarında, bir yandan köy yaşamı devam ederken, bir yandan da Karabük’te her D.Ç. işçisi gibi başlarını sokacak bir gecekondu yapma arayışına girmişti. Rahmetli amcam ile birlikte, halen var olan gecekondu evimizi yapmışlar. 19 Mart 1961 tarihinde, Eflani’deki köyümüzde bir köy ebesinin yardımı ile ben dünyaya gelmişim. Rahmetli annemin anlattığına göre, doğduğumda saçlarım kirpi gibi dik ve ayakta imiş.. Köy hali, kimisi “çok aksi” kimisi “çok akıllı” olacak diye söylemlerde bulunmuşlar. Doğumumdan, bir iki yıl sonra rahmetli babam ve amcam, çok arzuladıkları gece kondu evlerine kavuşunca, biz de annem ile birlikte köyden Karabük Kurtuluş Mahallesi’ndeki evimize taşınmışız. Her yıl, ırgatlık denilen Haziran-Eylül dönemlerinde köyümüze gider orada büyüklerimizin köy yaşamına katkıda bulunurduk. Küçük yaşlarda, o dönemin köy yaşamını çok iyi hatırlarım. Düven üzerindeki günlerimi, sığır gütmeyi (hayvan otlatma), tırpan ile ekin biçmeyi çok iyi hatırlarım. Kışları Karabük’te, yazları Eflani’de geçen çocukluk yıllarım oldu. İlkokula başlayıncaya kadar, Dünyayı Karabük’teki Kurtuluş Mahallesi ile Eflani’deki Osmanlar Köyü Türbelioğlu mahallesi arasından ibaret sanıyordum.
1967 yılında Kurtuluş Mahallemizden adını alan Kurtuluş İlkokulu’na başladım. Sınıfımızda, kocaman bir Dünya küresi vardı. Sürekli olarak o küreye bakar, Dünyanın nasıl bir yer olduğunu merak ederdim. Geceleri, kafamı yastığa koyduğumda ve gözlerimi yumduğumda Dünya küresi gözlerimin önüne gelir, kafam o küre gibi kocaman olur beynimin içinden o dev kıtalar, ülkeler geçerdi. Rahmetli anneme Dünya ile ilgili sorular sorardım, her seferinde geçiştirirdi. “Dünya oğlum, işte üzerinde yaşadığımız yer” derdi. Ben, bir iki gün sonra yine sorardım. “Amerika nasıl bir yer, Avrupa nasıl bir yer?” “ne biliyim oğlum, ben hiç gitmedim ki” der ve “iyi okursan, belki büyüyünce sen gidersin” derdi. İyi okumayı, çalışkan bir öğrenci olmayı ileride Dünyayı gezebilmek için yapıyordum sanki. Sınıflarımı başarı ile geçiyor, ortaokul ve lise yıllarında başarılı bir öğrenci oluyordum. Bu başarı da elbette, rahmetli annemin her sabah beni pırıl pırıl giydirip-kuşandırması, kahvaltımı hazırlayıp dinç biçimde evden çıkmamı sağlaması en önemli etkenlerden biriydi. Ardından, ülkenin en zor yıllarında üniversiteyi de bitirdim. Rahmetli anneme, “anne ben okudum, dünyayı gezecek miyim?” diye takılıyordum. Dünyayı gezmek sadece bir hayaldi. Üniversite bitmiş, çok iyi bir gazetecilik eğitimi almış ama memleketim Karabük’e döndüğümde tipo tekniği ile yayın yapan iki gazete de bana iş vermemişti. Neden iş vermediklerini ve ne kadar haklı olduklarını daha sonra anladım, rahmetliler Nedim As ve Necmettin Ersözlü’nün… Devlet memurluğu sınavlarına girdim ve ilk sınavı kazanıp Devlet memuru oldum. Ankara’da 6 aylık Sivil Savunma kursu, Siirt’te de 1.5 yıl Devlet memurluğu yaptım. Dünyayı gezme hayallerim halen imkansızdı. Ardından, Karabük’te mesleğimi yapmaya karar verdim. Tüm sermayem, aldığım 4 yıllık gazetecik eğitimi idi. Çok çalıştım, bir yerel gazetecinin sınırlarını aşacak, boyumdan büyük işlere giriştim. İstanbul’da sektör dergiciliği, Almanya, Fransa gibi ülkelere gidip o ülkelerin dilinde dergiler çıkarıp fuarlara katılma gibi uçuk işler peşinde koştum. Ardından, 28 yıl önce BRTV’yi rahmetli sanayici Nazım Çapraz büyüğümüzün tavsiyesi ve bize sağladığı çok iyi şartlarla devir aldım. Televizyon yayıncılığı başladığında, o dönemde Eflani’de devlet memuru olan kardeşim Osman’a “gel birlikte çalışalım, ya beraber batarız, ya da beraber başarırız” dedim. Geldi, birlikte çok çalıştık. Dünyayı gezme hayallerimi yavaş yavaş gerçekleştirmeye başlarken, bir yandan da milli uydumuz Türksat ile yayınlarımızı Dünyaya ulaştırma hayalleri peşinde koştuk. Bu hayalimize de yaklaşık 10 yıl önce kavuştuk. Bir yandan, Batı Karadeniz bölgesinin tek Türksat uydu kanalı olarak bölgenin Dünyaya açılan tek penceresi, TV kanalı olurken, bir yandan da pandemi dönemi hariç her fırsatta bir ülkeye gidiyor, çocukluk hayallerimi gerçekleştiriyordum.
22 Eylül akşamı annemi ziyaret ettim. Eşim ve kız kardeşimin de olduğu ortamda, son derece neşeli bir görüşme yaptık. Gözleri pırıl pırıldı. Birkaç kez öptü beni, kokladı, tekrar öptü, tekrar kokladı. Vedalaştık, 23 Eylül günü Finlandiya’nın başkenti Helsinki’ye çok değerli dostum, belgeselci, araştırmacı yazar İsmail Kahraman ile yola çıktık. Yolculuk çok güzel başladı. Pegasus hava yollarına ait uçağın, en ön sırasında neşeli bir yolculuğun ardından Helsinki’ye ulaştık. Vantaa Havaalanı’nda çok değerli Eflanili hemşehrimiz, dostumuz Mehmet Ali Yıldız, sanki bir kardeşi, aileden yakınları gelmiş gibi karşıladı bizi. İlk gün Finlandiya’nın başkenti Helsinki’yi adım adım gezdik, belgesel çekimlerine başladık. İkinci gün haftanın ilk mesai günüydü. T.C. Helsinki Büyükelçimiz Deniz Çakar hanımefendiyi makamında ziyaret ettik. Çok güzel bir ziyaret ve çekimler gerçekleşti. Kısa süre içinde bir çok Türk ile temaslar kurup çekimler yaptık. Her şey mükemmel gidiyordu. Salı sabah erkenden Helsinki’den yaklaşık 200 km. daha kuzeyde ülkenin üçüncü büyük şehri Tampere’ye gidecektik. Sabah alarmı 08.00 dolayına kurdum. Yatağımda uyanmış, içinde bir darlık alarmın çalmasını bekliyordum. Alarm yerine, telefonum çaldı. Arayan kardeşim Osman’dı. “Abi annem ağırlaştı, acil dönmen lazım…” dedi. Dünyam karardı, kısa süreli bir şok yaşadım ve hemen dönüş hazırlıklarına başladık. Yol arkadaşım İsmail Kahraman’da “birlikte dönelim” dedi. Helsinki’deki dostumuz Mehmet Ali Yıldız’da şok içindeydi. Birkaç saat sonrasına, İstanbul için dönüş uçağı ve bileti bulduk. En süratli biçimde yola çıktık ve aynı gün akşam İstanbul’a, oradan da İsmail Kahraman dostumuzun özel aracı ve oğlu ile birlikte Karabük’e geldik.
Çocukken, “anne ben büyüyünce dünyayı gezebilecek miyim” sözlerim ve annemin “iyi okursan, gezersin oğlum” sözleri sürekli beynimde yankılandı. Nasıl bir acımasız Dünya imiş ki, annemden 3500 km. uzaklıkta bir ülkede, aldım acı haberi…
Canım anam benim, ruhun şad mekanın cennet olsun. Rahmetli babamın vefatından sonra, “Ben babanın yanına gideceğim artık” derdin ve sonunda dediğini yaptın. Beni, kardeşim Osman’ı, kızların Zelfure ve Şerife’yi yetiştirdin. 8 torunun çok şükür hepsi iş-güç sahibi oldu. Çeyrek asır önce, geçirdiğin bir yüksek tansiyon sonucu ölümden döndün, kısmı felçli olarak bakıma muhtaç yaşadın. Rahmetli babam sağlığında bir bebek gibi baktı. 4 evladın da son nefesine kadar hepsi de, elinden geleni yaptı. 4 bebek büyüktün, sen artık o büyüyen 4 bebeğin bebeği oldun. En küçük kızın, sırf senin yanında olabilmek için yıllar önce İstanbul’daki yerleşik yaşamını bırakıp geldi senin yanına yerleşti. Hepimiz senin son nefesine kadar, huzurlu ve mutlu olman için çaba harcadık. Canım anam benim, senin helal sütün ile büyüdük. Karabük’teki ve Eflani’deki cenaze namazların çok kalabalıktı. Senin cenaze törenine gelenler, belki bizim dostlarımızdı ama, bize emzirdiğin helal sütün karşılığıydı bu büyük ilgi. Seni rahmetli babamın yanında Eflani’de, Osmanlar Köyü Türbelioğlu mezarlığında bir türlü kimliğini belirleyemediğimiz, Orta Asya’dan gelip köyümüzü kendine yurt edinen büyük atamızın Türbesinin hemen alt kısmında ebediyete uğurladık. Hem rahmetli babama, hem de en küçük oğlun henüz 1 yaşına bile gelmeden melek olan Şevki kardeşimize kavuştun. Ruhun şad, mekanın cennet olsun… Sana sonsuz özlem duya duya, biz de bir gün elbette ebediyette kavuşacağız canım anam…
Bu duygularla, annemizin vefatının ardından büyük acımızı paylaşan tüm dostlarımıza şükranlarımızı ailemiz adına sunuyorum. Her birinizden Allah razı olsun.